İçeriğe geç
Anasayfa » 13 July 2014

13 July 2014

Crazy Dance in the Rain

Senem’s Diary

Yazdıklarım sürekli yarım kalıyor. Hep araya bir şeyler giriyor. Defnenin gelişi hatta geç gelişi çok iyi oldu. Dışarıdan birinin bakışına ve gözlemlerine çok ihtiyacım varmış. Kendimi iyi hissediyorum. Sadece yorgunum. Her zamanki gibi yapmak istediklerimle yapabildiklerim arasında bir fark var. uçurum diyecektim ama haksızlık olur diye düşündüm. Uçurum yok, ama fark var. aidanın yaptırdığı alıştırmaları, dün melinenin, bugün de defnenin yaptırdıklarını not etmek istiyorum. Sonra blog için başladığım yazıyı bitirmek istiyorum. Melineyle medrese projesi üzerine sohbet etmek istiyorum. Bir de internete girip oradaki işlerimi halletmek istiyorum. Annemi çok özledim. Suzanı, aliyi ve güldeni de çok özledim. Onları da bir an önce kucaklamak istiyorum. Defne bana her zaman olumlu olanı hatırlatmak gerektiğini ve olumsuzu hatırlatırken de bunun bir sorun olmadığını sadece kabullenmemiz gerektiğini yeniden hatırlattı. Hatalar da başarılar da aynı derece kabul edilmeli, ne eksik ne fazla. Defne geldiğinden beri sınırlar üzerine düşünüyorum. Gerçi o gelmeden önce de performansa dair bir hikaye akışı oluştururken sınırlar üzerine düşünmeye başlamıştım ama defne bana kendi sınırlarımı, başkalarının sınırlarını, grubun sınırlarını ve mekanın sınırlarını hatırlattı. Sınırsızlık özgürleştirmiyor, yeniden kavradım ki sınırlar olmadan özgürleşmek mümkün değil. Önemli olan sınırlara saygı duyulması ve sınırların değişken ve geçirgen olduğunun bilinmesi. Defne bir de bana başkalarının sorumluluğunu üzerine almamam gerektiğini hatırlattı yeniden. Buna genel olarak dikkat ediyor ama özellikle benimle ilgili ne düşünüldüğü konusunda son derece takıntılı olabiliyorum oysa kim ne düşünüyorsa o onun sorunu, ben eğer kendimden eminsem ve benim o tavrimla ilgili bir sorunum yoksa, pek de takılmamalıyım bu duruma. Herkes her tavrı istediği gibi yorumlayabilir ama önemli olan benim gerçekten o tevrı hangi niyetle ve hangi eylemle gerçekleştirdiğim. Ben niyetimden ve eylemimden memnunsam diğerlerinin yorumlarına çok da kafayı takmamalıyım. Ya o şöyle düşünürse, ya o yanlış anlarsa gibi gerginliklerle kendimi germemeliyim. Yanlış anlaşılmaktan çok korkuyorum bazen, oysa yanlış anlaşılma riskini de göze almam gerek bazen, eylememin önüne geçmemeli yanlış anlaşılmak. Ama iletişim kurarken başkalarına hatalarını hatırlatmak üzerinden ilişkilenmemeliyim sadece, onlara yaptıkları olumlu şeyleri de söylemeliyim. İkisi arasında bir denge olmalı, ben bazen sadece olumsuz şeyleri söyleyenbiliyorum, çünkü kendime de aynısını yapıyorum. İnsan kendine nasıl davranıyorsa, başkalarına da öyle davranıyor. Kendime de olumlu yaptığım şeyleri daha sıklıkla hatırlatmalıyım. Dün Defne’nin dışarıda duranlara ”you hold the space” demesi beni çok etkiledi. Gerçekten de birisi çalışmaya doğrudan katılmasa da oradaki varlığı mekana bir enerji katıyor ve mekanı tutuyor. Defne çalışma mekanının çok enerji kaçırdığına da dikkat çekti. Önümüzdeki sene buna dikkat etmeliyiz. Gerçekten mekanın sınırlarının belli olmaması dağınıklık ve karmaşa hissini arttırıyor. Kalma yerleri ve yemeği de daha özenli seçmeliyiz. Daha kalabalık ortamlarda insan kendine daha fazla kaçacak yer istiyor. Bunu sağlamanın yollarını bulmalıyız. Neyse bunları değerlendirme yazısına da yazdım zaten. Asıl şu an yazmak istediklerim başka şeyler. Defne’nin çalıştırma şeklinden öğrenilecek çok şey var. Misal bugün grubu performansa hazırlama yöntemi çok davetkardı. Aslında psikolojik şartlama ilkesini uyguluyor ama bunu çok dolaylı yollardan ve etkili bir şekilde yapıyor. Grubun ihtiyaçlarını dikkate alarak ama yine de bir grup olunduğunun vurgusunu sürekli yaparak pedagojik bir yöntemle ilerliyor. Bugün top oyununda hep rahat, hem ciddi ama hem de eğlenerek bir çalışma yapılabileceğini vurguladı ve seyirci tepemize alarak onlara bir mesaj vermek için kopmadan, gülme ve konuşmayla ortamı dağıtmadan oyun oynamamızı istedi. Hepimiz bu mesajı vermeye niyet ettiğimizde çok farklı bir konsantrasyon oluştu. 

Defne’nin önerdiği top oyunlarından birine topu atarak karşıdaki almadan el çırpıyor ve sen topu attıktan sonra kendi etrafında dönüyorsun, bu oyunda aşamalı olarak zorlaşıyor. 

Defne ayrıca karışık yürürken birbirine top atma, topların azalması ve çoğalması, daha sonra da çember içinde tek elle topların birbirine atılması gibi oyunlar oynattı. 

Performansa yönelik olarak üç farklı odak çalışması yaptırdı; sadece kendi içine yöneldiğin iç odak, herhangi bir noktaya yöneldiğin tek odak, bir de etrafındaki her şeye yöneldiğin periferik odak.  

İnsanları çalışmaya başlarken sessizce çembere gelip bekleyerek toplaması da güzel bir yöntem.      

Performansa katılacak herkesin elini büyük bir kağıda çizip, adını yazması ve sonra o sözleşmenin duvara asılması da anlamlıydı, böylece herkes sözünü kağıda çizmiş oldu, daha sonra da elleri ortada birleştirip birbirimizden güç aldık. 

Defnenin yaptırdığı tüm çalışmalarda negatif enerjiyi toprağa vermek, pozitif enerjiyi gökten ya da yine topraktan almak, yani sürekli olarak evrenle bağlantı kalmak bana çok iyi geldi. Kendi çalışmalarımda da bunu hep hatrımda tutmak istiyorum. Misal Milena bir çalışmada bağırmak istediğini söyledi ve Defne genel olarak grupta duyguların yükseldiğini hissetti ve hemen kısa bir meditasyon çalışması yaptırdı. Sırtımızı yere yaslayıp dünyanın bir küre olduğunu ve bizim de o kürenin tepesinde durduğumuzu hayal etmemizi istedi. Böylece dünyayı sırtımızda hissederek ondan güç alabildik. Sonra meditasyon esnasında tıkalı beden bölgelerimizi taramamızı istedi ve ilk önce tıkalı, gergin bölgelere odaklanmamızı söyledi. Daha sonra da rahat olan bir bölgeye odağı kaydırdık, tekrardan tıkalı bölgeye baktığımızda oranın daha rahatlamış olduğunu fark ettik. Bu hep işe yarayan bir çalışma. Önce toprak ananın desteğini hissetmek ve sonra da gergin yerlerin rahatlaması, duygusal yükselmelerin çözülmesine imkan sağlıyor. 

Yağmur dansı ve onun yarattığı sarhoşluk